ATATÜRK VE TÜRK DİL REFORMU

Ugur Akcora
14 min readJul 27, 2021

--

İLK TÜRKÇE YAZITLAR VE TÜRK DİLİNİN TARİHÇESİ

Türkçenin yazılı ilk örneklerine Orhun yazıtlarında rastlarız. Ama bu, Türkçenin sadece Orhun Yazıtları’nın yazıldığı tarihte var olduğu anlamına gelmez. Türkçenin Orhun Yazıtları’ndan önce de var olduğunu biliyoruz. Çünkü Orhun Yazıtları’nda Türkçenin yeni oluşmuş bir dil olmadığını, yüzyıllar süren bir gelişimin ürünü olduğunu görüyoruz. Yani Türkçe, Orhun Yazıtları’nın yazıldığı güne kadar gelişmiş, karmaşıklaşmış ve Orhun Yazıtları’ndaki halini almıştır. Ayrıca tarih, yapılan yeni keşiflerle değişebildiği için Türk yazı dilinin tarihi de her an değişebilir. Sonuçta tarih de bir bilim dalıdır ve bilim değişkendir. Dolayısıyla Türkçenin ve Türk yazı dilinin tarihini daha eski tarihlere dayandırabiliriz.

Türkçenin tarih içindeki değişimlerine bakarsak Orhun Yazıtları’ndaki Türkçe’nin birkaç yüzyıl içinde gelişmiş olduğunu anlarız. Ancak elimizde yazılı olarak sadece Orhun Yazıtları olduğu için Türkçe’nin gelişimini 8.yüzyıldan itibaren gözlemleyebiliyoruz.

8 yüzyıldan 13 yüzyıla kadar bu Türk yazı dili kullanıldı. Bu dönem Türk yazı dilinin ilk dönemi olarak kabul edilir. Bundan önceki döneme de Ön Türkçe dönemi diyebiliriz. Ön Türkçe dönemi Türkçenin Orhun Yazıtları’na kadar olan süreçteki gelişim evresidir.

8.yüzyıldan 13.yüzyıla kadar olan süreçte Türk yazı dili Türklerin çoğu tarafından kullanılmıştır. Bu dönemdeki dil farklılıkları kayda değer olmadığı için Orta Asya’daki Türklerin çoğu bu yazı dilini kullandı.

Tarih boyunca Türklerin kullandığı alfabelere bakalım.

  • 1.Göktürk Alfabesi
  • 2.Uygur Alfabesi
  • 3.Arap Alfabesi
  • 4. Kiril Alfabesi
  • 5.Latin Alfabesi

Bu videoda Arap harfleriyle yazılan Türkçeyi inceleyeceğiz ve günümüz Türkçesiyle karşılaştıracağız.

TÜRKLERİN İSLAM’LA TANIŞMASININ ARDINDAN TÜRK DİLİNİN GELİŞİMİ VE OSMANLI TÜRKÇESİ

Talas Savaşı neticesinde uzun bir süreç sonunda Türkiye’deki Türklerin atalarının çoğu Müslüman oldu. Türklerin İslam’la tanışmaları Araplardan ziyade Fars kültürü ile oldu. Namaz, oruç gibi dini terimler Iran kökenli dillerden gelir. Yani Türklerin Müslüman olmasında İran kültürünün büyük bir etkisi var. Türkler Müslüman olduktan sonra dillerine Farsça ve Arapçadan birçok kelime dahil etti. Yıllar geçtikçe Farsça ve Arapçadan Türkçeye geçen kelimelerin akışı çok hızlandı. Farsça ve Arapça kelimeler Türkçenin her yerine dahil oldu. Bu süreç Selçuklu İmparatorluğu zamanında başladı.

Fuat Köprülü bu konu hakkında şöyle yazmıştır:

“Anadoluda … klâsik Acem şi’rini model ittihaz eden “saray şairleri’ni daha Selçukiler sarayında görmeye başlıyoruz … İran tesiratının mütemadi kuvvetle nemasına ve Acem modellerinin taklidine daimi bir terakki gösterilmesine rağmen, Türkçe yazan şairler ve müellifler, eserlerinde hemen umumiyetle: “Türkçe’nin Arapça ve Acemce’ye nispetle daha dar, daha kaba, ifadeye daha kabiliyetsiz olduğunu, ve binaenaleyh kendi kusurlarına bakılmamak lâzım geldiğini” söylüyorlar, hatta bazen zımni bir mazeret şeklinde Arabi ve Farsi bilmeyen halkın anlaması için Türkçe yazmaya mecbur olduklarını ilave ediyorlardı.”

Arapça ve Farsça kelimeler kendileri ile beraber kendi dil özelliklerini de getirmişti. Fakat Türkçe Arap harflerine uygun bir değildir. Arap harflerinin hepsi sessizdir ve bazı harflerin Türkçede karşılığı bile yoktur. Arapçada sessiz harf olmadığı gibi kelimeler genellikle 3 sessiz harf üzerine kurulur. Bu yöntem Türkçenin dil bilgisi yapısına uymaz.

Bu konuda Geoffrey Lewis şöyle der:

“Arap harfleriyle yazılan Türkçenin linguistik açıdan hiçbir değeri yoktur”

Türkçede ise sesli harfler bulunur ve Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Türkçe dilinde dil bilgisel cinsiyet kavramı yoktur fakat Arapçada vardır.

Türkçede sıfatlar isimlerden önce gelir. Farsçada ve Arapçada sıfatlar isimlerden sonra gelir.

Görüldüğü üzere Türkçe ve bu iki dil, dil bilgisi kuralları bakımından farklıdır.

Selçuklu İmparatorluğu döneminden sonra Osmanlı döneminde Farsça dilinin etkisi büyük oranda devam etti. 15 yüzyıl Osmanlı edebiyatına bakarsak Osmanlı yazarları Fars şiirini örnek aldılar. Edebiyatta Farsça kelimeler ve tamlamalar yoğun olarak bulunuyordu. Hatta Klasik Osmanlı şiirinde şiirlerin Türkçe olup olmadığını anlamak için -di veya -dir ekine bakılır. Bakî tarafından yazılan bu şiirde hiç Türkçe ek yoktur.

Bâlânişin-i mesned-i şahan-i tâcdâr

Vâlâ-nişân-i mareke-i ‘arsa-i Keyân

Cemşid-i “ayş u “işret ü Dârâ-yı dar ü gir

Kisrâ-yı ‘adi ü refet ü İskender-i zamân

Sultân-ı şark u garb şehinşâh-ı batır u berr

Dârâ-yı dehr Şâh Süleyman-ı kâmrân.

Arapça ve Farsçanın yoğun bir şekilde bulunduğu Osmanlı Türkçesi idarî ve edebî bir dildi. Yani Osmanlı halkı ve Osmanlı idarî kısmının dil konusunda pek anlaşamadığı düşünülüyor. Osmanlı Türkçesinde yazılan bir metni anlamak için hem Türkçe hem Arapça hem de Farsça bilmek gerekir.

Hatta Ziya Gökalp, halkın İstanbul Türkçesini bile bazen anlayamadığını şu satırlarda yazmış:

Evet ama, e zaman aydınların konuştuğu Türkçe, eski yazı dilinin çok etkisinde kalmış bir Türkçe idi. Onu da halk pek anlamıyordu. Halk buna istillâhi konuşma derdi. Meselâ “müdür bey, katibe bir şey söyledi, ama anlayamadım. İstillâhi konuşuyorlar"

Yani Osmanlı Devleti’nin farklı bölgelerinde farklı Osmanlı Türkçesi konuşuluyordu. Balkanlarda konuşulan Osmanlı Türkçesi ile Anadolu’da konuşulan Osmanlı Türkçesi farklıydı. Yazarlar kendileri yeni kelimeler uyduruyor Ordu ve millet de haliyle bu uydurulan kelimeleri anlamıyordu. Osmanlı Türkçesi sürekli değiştiği için halkın bu gelişmelere ayak uydurması zordu. Zaten halkın okuma yazma oranı en iyimser rakamlarla %13 ile %15 arasındaydı. Zaten bu oranda önemli Osmanlı şehirlerinde geçerliydi.

Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed topladığı eserleri Türkçe yerine Arapçaya tercüme ettirdi. I. Selim şiirlerinin çoğunu Farsça yazdı. Bunun gibi birçok örnek sayılabilir. Halk ise bu yazılan dilleri anlamıyordu.

1839 yılında Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında Islahat Fermanı ile gelen yenilikler dilde reform fikrini doğurdu. Birçok alanda yenilikler yapıldı. Dilde ve alfabede reform denemeleri genel olarak Tanzimat Fermanı’ndan sonra başladı. Bu çalışmaları 1851’e kadar dayandırabiliriz. İlk olarak Ahmet Cevdet Paşa’nın bu yönde çabaları olmuştur.

Ondan sonra da çalışmalar Mehmet Tahir Münif Paşa gibi birtakım kişilerin özel çabalarıyla sürdü.

Bu dönemlerin neticesinde Türkçede bir sadeleşme havası hakim oldu. Eskiye oranla gazetelerde yazılanlar daha anlaşılır oldu. Örnek vermek gerekirse Tercüman-ı Ahvalden Şinasi’nin ilk başyazısına bakalım:

Tarife hacet olmadığı üzre kelâm, ifade-i meram etmeğe mahsus bir mevhibe-i kudret olduğu misillü, en güzel icad-ı akl-ı insani olan kitabet dahi, alemle tasvir-i kelâm eylemek fenninden ibarettir. Bu itibar-ı hakikate mebni giderek, umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede işbu gazeteyi kaleme almak mültezem olduğu dahi, makam münasebetiyle şimdiden ihtar
olunur.

Namık Kemal'in 'Lisan-ı Osmanînin Edebiyatı Hakkında bazı Mülâzahatı Şamildir' makalesinden:

İstanbul'da okuyup yazma bilenlerden dahi belki onda bir, sebk-i maruf üzre yazılmış bir kâğıddan ve hattâ kâfil-i hukuku olan kanun-ı devletten bile istifade-i merama kaadir değildir. Çünki edebiyatımıza şark u garbın bir kaç ecnebi lisanından müstear olan şiveler galebe ederek ıttırâd-ı ifadeye halel vermiş ve edevât ü tabirât ü ifâdat-ı takrirden bütün bütün ayrılmış olan üslüb-ı tahrir ise bayağı bir başka lisan hükmüne girmiştir...

Elfazda garabet o kadar mu'teberdir ki, meselâ Nergisi gibi milletimizin en meşhur bir tellif edibânesinden istihrâc-i meal etmek, bize göre ecnebi bir lisanda yazılmış olan Gülistan'ı anlamaktan müşkildir. Türkçe'nin eczâ-yı terkibi olan üç lisan ki, telaffuzda oldukça ittihad bulmuşken tahrirde hâlâ heyet-i asliyyelerini muhafaza ediyor. Akaanim-i selâse gibi sözde güya müttehid ve hakikatte zıdd-ı kâmildir.”

Görüldüğü gibi dil daha anlaşılır bir hale dönüşmüş. Yani dilde sadeleşme çabaları çok önceden başlamıştı.

1900 ile 1918 arası dönemde dilde reformun gerekli olduğunu düşünen aydınlar vardı. Genel görüş harflerin ayrı ayrı yazılarak yazı dilinin anlaşılır kılınması yönündeydi.

Osmanlı Türkçesi yazım kısmında da anlaşılmaz olabiliyordu. Yazışmalarda mektuplarda ve telgraflarda sürekli sorunlar çıkıyordu.

Bir ülkenin en önemli şeyi istihbarat ve iletişimdi. Bunlar Osmanlı Devleti için de hayati önem arz ediyordu. Fakat Osmanlı Türkçesi yazım konusunda sıkıntılı olduğu için Osmanlı ordusunda iletişim sorunları cereyan etti. Soruna bazı çözümler düşünülmüştü.

Örneğin Enver Paşa’nın hazırladığı Enverî harfler.

Bu yazı sisteminde harfler ayrı yazılıyordu ve sesli harfler vardı. Yazı sistemi 35 ünsüz ve 10 ünlü olmak üzere 45 harften oluşuyordu. Savaş zamanında geliştirilmeye çalışılan bu yazı sistemi ile ilgili olarak Atatürk şunu demiştir:

“Bu iş, iyi niyetle yapılmış olmasına rağmen, yarım yamalak ve zamansız yapılmıştır… Savaş zamanı, harflerle uğraşılacak zaman mıdır? Ne için? Haberleşmeyi kolaylaştırmak için mi? Bu sistem haberleşmeyi eski sisteme göre daha yavaş ve daha güç kılmıştır. Hızın önem kazandığı bir zamanda, işleri yavaşlatan ve insanların kafasını karıştıran bu atılımın avantajı nedir? Fakat madem bir işe başladınız, bari bunu doğru dürüst yapacak cesareti gösteriniz.”

Dolayısıyla düşünülen bu yazı sistemi tam olarak hayata geçirilemedi.

Cumhuriyet dönemine kadar düşünülen bu reform çalışmaları tam olarak uygulanamadı. Ancak Mustafa Kemal bu çalışmaları dikkatle takip ediyordu.

TÜRK DİL REFORMU

Öncelikle sorulması gereken bir soru var.

Türk Dil Reformu’nun amacı neydi? Bu tarz reform hareketini sadece Türkler mi yaptı?

Bazı milletler de dillerinde bu tarz reformlara yönelmişti. 13 yüzyılda İngilizler 16. Yüzyılda Almanlar ve 18. Yüzyılda Macarlar kendi dillerinde bu tarz sadeleştirme çalışmaları yürüttüler.

Ancak bunlardan hiçbiri Türk Dil reformu gibi uzun süreli ve etkili olmadı.

Türk Dil reformunun amacı yüzyıllardır Türkçe’nin içinde bulunan Arapça ve Farsça kelimeleri ve bu dillerin dilbilgisi kurallarını Türkçeden çıkarıp Türk halkının birbirini anlamasını sağlamaktı.

Çünkü Osmanlıda halkın çoğunun okuma yazması yoktu ve Osmanlı Türkçesini öğrenmek halk için gayet zordu.

Osmanlı Türkçesinin yazım şeklini Latin harflerine aktaran bir örneğe bakalım:

ansanavgly hbrlşmdh şbhsyz avvla vcvdv aylh yaptgy mhtlf aşartlry astmal atmş, bvnv mtaakban çkrdgy sslrh br antzam vrhrk aşrtlrh mayyn ss kymtlry atfatmk surty aylh kvnvşmayı aycad aytmyşdr. çk avzvn br mddt tmaman şfahy avlan mdnyt bşr, balhassh zraatyn zhurndn svkrh artn br svrtdh sabt br zbt systmnn ahtyacny hsaytmgh başlamşdr. zbt aydlck şylr abtda zraat mhsvlaty, tcary kydlr v baz dyny akydhlrdn abartdy. balhash dyn admlry krvn avlydh ayny zmandh hytşnas avldklrndn syyarh vancamn mhrklrny hsb aylmak ayçvn fvkalaadh dkyk mşahdh kydlrna ahtyac gvstryvrlrdy. svmrdn, msrdn babldn bzlrh antkal aydn mfssl hyt dftrlry bv msaaynn mhsvlvdr. valhasl, mzkvr ahtyaclr nhaayt sabt br takym aşrtlrn kyl tblhtlry yahvd papirvs avzrynh gçrlrk zbt aydlmlrnh sbb avldv. aşth yazv bv svrtlh aycad aydlmş bvlnyvrdv. yazvnn aylk tmsylclry bvtn bazy fkryyatn kvl avlrk rsmndn abart aydy. msla çinch dag manasnh gln “şan” klmsy bvgvn $(1) şklndh yazvlr. amma bvnn aylk şkly şvylh br DDDslsl cbly rsmdn br aydhvgrm aydy.

yazv tkaml atdykçh, afkary tmsyl aydn aydhavgramlrdn afkary dlh gtyrn klmatn mrkkb avldvgv sslry afadh aydn smbvllrn yaplmsy dvşvnvldv. bv smbvllr balhash sslylry bvl kvllnn cnub lsanlrndh, klmalrh asas şhsyyt vrn sssz hrvfatdn mrkkb aydy. fylıhkykh bv abrany v arb hrvfatndh bvylh avldvgv gby, msla avrhvn ktablryndky trk alfabsndh dh ksman bvyldr. abtday lsanlrdh alfabnn ssly hrvfaty mhtvy avlmmsy hrkngy br zvrlvk çykrmz, zyra klma hznsy mhdvd avldvgv gby, yazvly mtnlr dh mahdvd v bsytdr. anck klma v mfhum hznsy ankşaf aydrk byvdkch, sadhch ssszlrdn hrktlh hr klmay tvgry avlrk tlâffzamkany klmaz, avkunşlrdh krgşh pyda avlvr v alfabh hty vzyfsny yrnh gtyrmz. msla arb alfabsy bv dvrvmh çarh avlark hrklmyy gtyrmşdyr. fkt arb alfabsylh yzvlmş aksry mtnlrn hrkelnmdn tbh aydldgy malvmr. hty, gvya sadhce almaya mahsvs avlmk avzrh, bv alfabhaylh hyç nktalanmdn dhy yazvlmş mtnlr vardr. yany mzkvr yazlrdh msla “b”y “n”dn, yahud bvnlry “t”dn yahud “p”dn, “a”y “g”dn, yahud “s”y “ş”dn tfryk nammkvndr. bv sbblh pak çk şrkyatcy asky mtnlrdh krşvlştıklry br klmyy, agr bv klma halhazrdh kullnylmvyvr aysh avkvyammktadr.

aylk dfa yvnan alfabsi (griddky lynhr b dnyln yazv) hm sssz v hm dh ssly hrufath ayrv ayrv smbvllr tahsys aytmk svrty aylh fnykellrdn tvars aytdygy alfabay tkaml aytdyrrk rasyvnl, kvlay avkvnr br alfabe tşkylnh mvfk avlmvştr. malvm avldvgv avzrh, latyn alfabsi yvnan alfabsndn nşt aytmşdr. gne hrksn bildigi gby, aylk dfa yvnan ahalysy ayçrsindh avkvr-yazr avlmk br amtyaz avlmktn çkmş, hr frdn amkany dahlnh gyrmşdr. yvkse atyna tyrany pyzystratvs myladn avvl 550 snsndh bv şhrdh br ktab pzary t?kylnh mvfk avlablr my aydy?

9 avğsts 1928'dh atatvrkn sraybvrny ntky aylh hlkh aalan aytdygy hrf anklabnn ygane mksdy, alfabmzy v yazmh kablytmzy br tkaml bsmgvndn alvb br astnh çkarmkdy. bv svrtlh avkvmh çk kvlaylaşacagı gby, hlh yazmk askysnh nzran çvck avyncagy avlvyvrdy. askydn anck lysh ayary br mktby btran kşy htasz yazblrkn şymdy bv artk aylkmktbyn aylk snflrndh mmkvn avlvyrdy. hrf anklaby bzh bv svrtlh yaygyn blgv alm v blgy yayme hrrytny bhşaytdy. blgy çagnn ayçynh gyrrkn bvnn faydasny anlmmk mvmkn mv?

Bu metin Osmanlıca yazılan bir metnin Latin harflerine geçirilmiş hali. Bugün Latin harfleriyle okuduğumuz zaman bile anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir de bunların Arap alfabesiyle yazıldığını düşünün.

Günümüz Türkçesiyle:

İnsanoğlu haberleşmede şüphesiz evvelâ vücudu ile yaptığı muhtelif işaretleri istimal etmiş (kullanmış), bunu müteakiben çıkardığı seslere bir intizam vererek işaretlere muayyen (belirli) ses kıymetleri atfetmek (vermek) sureti ile konuşmayı icad etmiştir. Çok uzun bir müddet tamamen şifahî (sözlü) olan medeniyyet-i beşer (insan uygarlığı), bilhassa ziraatın zuhurundan (ortaya çıkmasından) sonra artan bir surette sâbit (değişmez) bir zabıt (=kayıt) sisteminin ihtiyacını hissetmeğe başlamıştır. Zabt edilecek şeyler iptidâ (önce) ziraat mahsûlatı (ürünleri), ticaret kayıtları ve bazı dinî akîdelerden (inanç, dogma) ibaret idi. Bilhassa din adamları kurun-u ûlada (ilkçağda) aynı zamanda hey’etşinas (astronom) olduklarından seyyare (gezegen) ve encâmın (yıldızların) mahreklerini (yörüngelerini) hesabeylemek için fevkâlade dakik (hassas) müşahade (gözlem) kayıtlarına ihtiyaç gösteriyorlardı. Sümer’den, Mısır’dan Babil’den bizlere intikal eden mufassal (etraflı) hey’et (astronomi) defterleri bu mesainin (çalışmanın) mahsûlüdür (ürünüdür). Velhasıl, mezkûr (zikredilen) ihtiyaçlar nihayet sâbit bir takım işaretlerin kil tabletleri veya papirüs üzerine geçirilerek zabt edilmelerine sebeb oldu. İşte yazı bu suretle icad edilmiş bulunuyordu. Yazının ilk temsilcileri bütün bazı fikirlerin kül (bütün) olarak resminden ibaretti. Meselâ Çince dağ anlamına gelen “şan” kelimesi bugün i şeklinde yazılır. Ama bunun ilk şekli şöyle bir ??? silsile-i cebeli (dağ silsilesini) resmeden bir ideogram idi.

Yazı tekâmül ettikçe (geliştikçe), efkârı (fikirleri) temsil eden ideogramlardan efkârı dile getiren kelimelerin mürekkeb olduğu (oluştuğu) sesleri ifâde eden sembollerin yapılması düşünüldü. Bu semboller bilhassa seslileri bol kullanan cenub (güney) lisanlarında, kelimelere esas şahsiyet veren sessiz hurufatdan (harflerden) mürekkep idi. Filhakika (gerçekten) bu İbranî ve Arap hurufatında böyle olduğu gibi, meselâ Orhun kitâbelerindeki Türk alfabesinde de kısmen böyledir. İptidaî (ilkel) lisanlarda alfabenin sesli hurufatı muhtevi olmaması (içermemesi) herhangi bir zorluk çıkarmaz, zira kelime haznesi mahdut (sınırlı) olduğu gibi, yazılı metinler de mahdut ve basittir. Ancak kelime ve mefhum haznesi inkişaf ederek (gelişerek) büyüdükçe, sadece sessizlerden hareketle her kelimeyi doğru olarak telâffuz imkânı kalmaz, okunuşlarda kargaşa peyda olur (görünür) ve alfabe hattâ vazifesini yerine getiremez. Meselâ Arap alfabesi bu duruma çâre olarak harekelemeyi 1 getirmiştir. Fakat Arap alfabesiyle yazılmış ekseri metinlerin harekelenmeden tab edildiği (basıldığı) mâlumdur (bilinmektedir). Hattâ, gûya sadece ulemaya (bilginlere) mahsus olmak üzere, bu alfabe ile hiç noktalanmadan dahî yazılmış metinler vardır. Yani mezkûr yazılarda meselâ b’yi n’den, veya bunları t’den yahud p’den, a’yı ğ’den, yahud s’yi ş’den tefrik (ayırmak) nâmümkündür (mümkün değildir). Bu sebeble pek çok şarkiyatçı (oriyantalist=doğubilimci) eski metinlerde karşılaştıkları bir kelimeyi, eğer bu kelime halihazırda (şimdi) kullanılmıyorsa okuyamamaktadır.

İlk defa Yunan alfabesi (Girit’teki lineer b denilen yazı) hem sessiz ve hem de sesli hurufata ayrı ayrı semboller tahsis etmek sureti ile Fenikelilerden tevârüs ettiği (miras aldığı) alfabeyi tekâmül ettirerek rasyonal, kolay okunur bir alfabe teşkiline (oluşturulmasına) muvaffak olmuştur. Mâlum olduğu üzre, Latin alfabesi Yunan alfabesinden neş’et etmiştir (çıkmıştır). Gene herkesin bildiği gibi, ilk defa Yunan ahalisi içerisinde okur-yazar olmak bir imtiyaz (ayrıcalık) olmaktan çıkmış, her ferdin imkânı dahiline girmiştir. Yoksa Atina tiranı Pisistratos milâttan evvel 550 senesinde bu şehirde bir kitap pazarı teşkiline (kurulmasına) muvaffak olabilir mi idi?

9 Ağustos 1928'de Atatürk’ün Sarayburnu nutku ile halka ilân ettiği harf inkılâbının yegâne maksadı, alfabemizi ve yazma kabiliyetimizi bir tekâmül basamağından alıp bir üstüne çıkarmaktı. Bu suretle okuma çok kolaylaşacağı gibi, hele yazmak eskisine nazaran çocuk oyuncağı oluyordu. Eskiden ancak lise ayarı bir mektebi bitiren kişi hatasız yazabilirken şimdi bu artık ilk mektebin ilk sınıflarında mümkün oluyordu. Harf inkılâbı bize bu suretle yaygın bilgi alma ve bilgi yayma hürriyetini bahşetti. Bilgi çağının içine girerken bunun faydasını anlamamak mümkün mü?

Günümüz Türkçesiyle yazdığımızda bile anlamını bilmediğimiz kelimelerin olduğunu görmek mümkün.

Türk Dil reformu iki döneme ayrılabilir. İlki 19.yüzyılda başlayan ve genellikle birtakım kişilerin yürüttüğü çalışmalar bütünü.

İkincisi ise 1928'de başlayan ve devlet destekli olup sistematik bir şekilde ülkenin her yerine yayılan çalışmalar bütünü.

Yani Türk Dil Reformu’nun getirdiği yenilikler Atatürk’ten önce de düşünülmüş bir şey. Fatih Sultan Mehmet döneminde bile Latin alfabesi ile yazılmış Türkçeyi görebiliriz. Fatih kendi adına Latin alfabesi ile madalyonlara bastırmıştı. Osmanlının don dönemlerinde de Latin alfabesiyle yazılmış Türkçe eserler görebiliriz.

örnek — — — -

Anlaşılıyor ki Türk Dil Reformu’nun ana amacı milletin birbirini anlaması ve yüzyıllardır devam eden cahil, okumamış ve bilgisiz Türk imajının yıkılmasıydı.

Yani Atatürk milletin okumasını istiyordu. Milletin okuyup okuduğunu anlamasını temenni etti. Milletin kendi özgür düşüncesi olmasını istedi.

Öğretmenlere yaptığı bir konuşmada:

“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”

demiştir.

Atatürk’ün dil reformu fikri öğrencilik yıllarına kadar dayanır. Çünkü Atatürk dil üzerine yapılan çalışmaları ve tartışmaları hararetle takip ediyordu. Aklında tüm bu reform fikirlerinin önceden var olduğunu kestirmek zor değil. Uzun süredir bunun gerekli olduğunu düşünmekteydi.

Nitekim Kurtuluş Savaşı devam ederken ve bittikten sonra bu yönde çalışmalar hız kazandı. Atatürk Kurtuluş Savaşı devam ederken bile eğitim-öğretime çok önem verdiğinden 1921 yılında Maarif Kongresi yapıldı.
Dil eğitim-öğretim için çok önemli olduğundan Dil Reformu da eğitim-öğretim seferberliğinin bir parçasıydı. Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştıktan sonra Eylül 1922’de İstanbul basınının temsilcileriyle yapılan bir toplantıda dil reformu konusunda tartışmalar halihazırda başlamıştı. Ancak Atatürk ortamın şuan için hazır olmadığını söyledi.
Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde işçi delegeleri Latin harflerinin kabulü hakkında bir önerge teklif ettiler. Kazım Karabekir bunu reddetti.

20 Mayıs 1928’de Meclis uluslararası sayı sisteminin kabulü için oylamaya gitmişti. Bu sırada mecliste uluslararası harflerin kabulü konusunda tartışmalar yaşandı. Bundan birkaç gün sonra bakanlar kurulu kararıyla dilimize Latin harflerinin uyarlanması için bir heyet kuruldu. Heyet biri alfabe biri dil bilgisi kısmı olmak üzere ikiye ayrıldı. Böylece dil hakkında çalışmalar başlamış oldu. Hararetli çalışmalar sonrasında alfabe Atatürk tarafından tatmin edici bulundu.

“Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip, Latin esasından alınan Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. Komisyonun teklif ettiği alfabe, hakikaten Türk alfabesidir, kat’idir... Sarf ve imlâ kaideleri lisanın ıslahını, inkişafını, milli zevki takip ederek tekâmül edecektir.”

Yeni Türk alfabesi yurdun her yerinde öğretilmeye başlandı. Atatürk bizzat yurt gezilerine çıkıyor ve halka yeni Türk harflerini öğretiyordu.

8-25 Eylül 1928 tarihileri arasında devlet kurumlarında çalışan kişilerin yeni harfleri kullanma becerilerini ölçen sınavlar yapıldı.

Kasım 1928’de Meclis “Yeni Türkçe harflerin kabulü ve uygulanması hakkında" adlı yasayı çıkardı.

Haziran 1929'dan itibaren yazışmaların yeni harflerle olması zorunlu kılındı. Artık resmen yeni harfler kabul edilmişti.

Atatürk 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurdu.
Bu bizim bildiğimiz Türk Dil Kurumuydu. 4 yıl sonra adı da Türk Dil kurumu oldu.
Kurumun kurucuları Samih Rıfat Bey ,Ruşen Eşref ,Celâl Sahir ve Yakup Kadri'ydi.
Türk Dil Kurumunun büyük bir kısmı tasfiyecilerden oluşuyordu. Yani Türkçedeki yabancı unsurlardan kurtulup Türkçeyi daha sade hale getirmek isteyenlerden.
Yapılacak ilk iş bilimsel ve felsefi terimlerin Türkçeleştirilmesi ve Türkçeleştiren kelimelerin üniversitelere gönderilmesiydi.
Kelimeler Türk Dil Kurumunun kontrolü ardından okul kitaplarında kullanılması maksadıyla Milli eğitim Bakanlığı'na gönderildi.
Türk Dil Kurumunun iki ana amacı vardı.
1. Türk Dili üzerinde araştırmalar yapmak ve yaptırmak.
2. Türk dilinin güncel sorunları ile ilgilenerek çözüm yolları bulmak.
Birinci Türk Dili Kurultayı sonrasında genel merkez heyeti öncelik verilmesi gereken konuları şöyle açıklamıştır:

1. Halk dilinde ve eski kitaplarda bulunan Türk Dili hazinelerini toplayıp ortaya koymak.
2. Türkçede söz yaratma yollarını belli etmek ve bunları işleterek Türk köklerinden türlü sözler çıkarmak.
3. Türkçede ,hele yazı dilinde, çok kullanılan yabancı kökten sözler yerine konabilecek Öz Türkçe sözleri ortaya koymak ve bunları yaymak.

Atatürk bizzat toplantılara katılıyor ve kendisi dil hakkında çalışmalar yürütüyordu. Türk diline ait birçok eser Atatürk'ün sağlığında iken çalışılmış ve çoğu Atatürk'ün ölümünden sonra yayımlanmıştır. Buna Orhun yazıtlarının ciltleri Türk Dili dergisi divanı lügatit Türk ve kutadgu bilig'i örnek verebiliriz.
Kurultaydan sonra ülkede bir kelime seferberliği başladı. Anadolu halkı ile temas halinde olmakve Türkçe kelimeleri bulmak gerekiyordu. Bu çalışma çerçevesinde halk ile yakın temasta bulunan kişilere gereksinim vardı. Bunlar valiler komutanlar belediye başkanları gibi kişiler oldu. Türk Dil Kurumu bu çalışmanın nasıl işleyeceği hakkındaki kitapçıkları ve kelimelerin yazılması istenen kağıtları ülkenin her yerine dağıttı.
Vilayetlerde bulunan heyetler kelimelerin toplanması işini üstlendi. Bu sayede Türkiye'nin her yerinden kelimeler toplanarak araştırılması için Türk Dil Kurumuna gönderilmiş oldu. Böylece Türkçe kökenli kelimeler tüm yurt genelinde araştırıldı. Aynı zamanda araştırmacılar Türkiye'de kullanılmayan veya az kullanılan kelimeleri bulmak için diğer Türk lehçelerine ve onların sözlüklerine baktılar. Bu iki araştırmanın sonuçları Tarama Dergisi'nde ortaya kondu. Ancak Öz Türkçe konusunda çıkmaza girildi. Çünkü Türk Dil Kurumundaki araştırmacılar yabancı kökenli sözcükleri birer bahane ile öz Türkçe kabul ediyordu. Atatürk bunun farkına varmış olacak ki bu tasfiyeci anlayıştan uzak durmaya başladı. Atatürk tasfiyecilikden ziyade halkın birbirini anlayabileceği bir dil istiyordu. Türkçe olan kelimelerin de Türkçe olduğunu güzel bir şekilde izah etmek uygundu. Ancak Türkçeyi diğer dillerin boyunduruğundan kurtarma amacından da vazgeçmedi. Atatürk bütün dillerin Türkçeden türeyemeyeceğini anlayacak kadar akıllı biriydi. Eğer bu doğru olsaydı Türkçede bulunan Arapça Farsça kökenli sözcüklerin dildeki yerini koruması gerekirdi. Bu Atatürk'ün istediği bir şey değildi.
Tüm bunlardan sonra Güneş Dil teorisi ortaya atıldı. Kısaca bu teori dünya üzerindeki tüm dillerin Türkçeden türediğini söylüyordu. İnsanlarda dilim gelişiminin ilkel insanın güneşe bakarak "a" sesli harfini söylediğini ve tüm dillerin buna dayanarak Türkçedeki sesli harflerin birleşmesi ile olduğunu ifade ediyordu.
Aslında bu teorinin duyulan her kelimenin Türkçeye atfedilmesinden dolayı çıktığı yorumu yapılabilir. Ancak bu konuda farklı görüşler bulunuyor. Yabancı bilim insanlarının çoğu teorinin yanlış olduğunu belirtince Atatürk Güneş Dil Teorisi'nden uzaklaşmaya başladı. Sonuç olarak bu teori kabul görmedi.

Teknik terimler konusunda Atatürk bizzat kendisi çalıştı. Hatta geometri adında bir kitap yazdı. Geometrideki terimleri Türkçeleştiren bu kitap "Geometri öğretenlerle bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak kültür bakanlığınca neşredilmiştir" notu düşülerek yayınlanmıştır.
Örneğin üçgenin alanı eskiden şöyle ifade edilirdi:
"Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hasıl-ı darbınım nısfına müsavidir"
Atatürk'ün geometri kitabında ise:
"Bir üçgenin alanı tabanının yüksekliğine çarpımının yarısına eşittir."
şeklinde ifade edilmiştir.

Dilin ve bilimsel terimlerin anlaşılabilir olması bilim ve eğitim için çok önemlidir. Atatürk’ün asıl hedefi, milletin okuduğunu anlayıp bilimsel düşünmesini sağlamaktı. Atatürk’ün bilime ve eğitime verdiği önemi anlamak için bir önceki videomu izleyebilirsiniz.

Sonuç olarak Türk Dil Reformu başarıyla sonuçlandı. Ardında okuma-yazma oranı %95.78 olan bir Türkiye bıraktı.

TÜRK DİL REFORMU’NUN BİLİMSEL AÇIKLAMASI

Kaynakça

ŞENGÖR, A.M.C, Zümrüt Ayna, İnkılap Yayınları, 4.Baskı, s.146-s.157

ŞENGÖR, A.M.C, Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?, İnkılap Yayınları, 6.Baskı,s.143-s.145

LEWIS, Geoffrey, Trajik Başarı Türk Dil Reformu, Çeviribilim Yayınları,2.Baskı,s.

ÜLKÜTAŞIR,M.Ş, Atatürk ve Harf Devrimi, Türk Dil Kurumu Yayınevi 1973

Söz Derleme Dergisi 1939–1952

ERGİN, Muharrem, Türkçenin Tarihi Gelişimi, s.1-s.14

ATATÜRK, M, K, Geometri, Kaynak Yayınları, 6.Baskı

Web Kaynaklar
https://www.bilgicik.com/yazi/turkcenin-tarihi-gelisimi-muharrem-ergin/

https://yenidenergenekon.com/272-enver-pasa-alfabesi-huruf-i-munfasila/

--

--

Ugur Akcora

Some things about history, science, space, culture, civilization and life.